iyiliğin sebebi nedir?

Ya Da Sosyolojik Bir Cemaat Olarak Hılfu’l-Fudul

Kötülükle Mücadele:

Hadis kaynaklarının hemen hemen tamamında nakledilen sahih ve maruf bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurur; “sizden her kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle müdahale etsin, eğer buna da güç yetiremiyorsa kalbiye buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir.”[1] Bu hadis-i şerif dinin misyonunu ifade etmesi açısından çok mühimdir. Zira din bir yönüyle kötülükle mücadele kurumudur. Dinin ontolojik varlığı insandaki yıkıcılığa dayanır. Eğer yeryüzünde insan olmasaydı dine de ihtiyaç olmazdı. Kâinatta entropi yasası vardır. Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Ve Einstein’a göre fiziğin en temel yasalarından biridir. Entropi kâinatta düzenden kaosa intizamdan bozulmaya yönelişin adıdır. Bir yeri eğer temizlemezseniz kirlenir, bir suyu ısıtmazsanız soğur, soğutmazsanız ısınır vs. Kuran’ın insanın sürekli menfi yanlarını nazara vermesi de bundandır. Kahrolası insan ne kadar da nankördür.[2] Zalimdir.[3] Cahildir.[4] Acizdir der Kuran.[5] Modern zamanların kutsanan hatta tanrı yerine konan insanını göremeyiz Kuran’da. Gerçek insanı görürüz; “Allah yarattığını bilmez mi?”[6]

Yeryüzünde mütemadî süren bu bozuluşla beraber hep onunla mücadele halinde bir iyilik de var olmuştur. Cahiliyede adeta fecr-i kâzip gibi bir süreliğine ufukta görünüp yok olmuş Hılfu’l-Fudul de bu kötülükle mücadelenin en tipik örneklerinden biridir. Bu hareket en güzel insanın dünyasında yâd-ı cemîl olmuş. Bugün olsa yine bir ferdi olurum tebciline mazhar olmuştur.[7]

Erdemliler Cemaati:

Hılfu’l-Fudul yani erdemliler cemaati cahiliyedeki İslam cemaatidir. İslam’ın egemen olmadığı bir dünyada neler yapılabileceğine dair bizlere rehberlik edecek bir hadisedir. Karanlığın en kasvetli zamanlarında bile kötülüğe ağıt yakmaktansa bir mum yakmanın öğretildiği bir mektepti Hılfu’l-fudul. Bir gün yine bir mazlumun âh-ı efgânı gök kubbede yankılanınca bu sûzişli seda birilerinin vicdanında makes buldu. Şehrin sayıları az belki de bundan dolayı çok kıymetli bir avuç erdemli insanları bir araya gelerek sözleştiler. Kimden gelirse gelsin zulme ve zalime karşı bedeli ne olursa olsun haktan ve haklıdan yana olmaya ahdettiler. O gün birleşen ellerin içinde bir el daha vardı. Tertemiz bir el… Bir zaman sonra o el önce Hira’da dua için semâya sonra Bedir’de komut için ileri doğru uzanacak ve bir zaman sonra da şairin tabiriyle kumaş gibi kesilip biçilecek kıtaları işaretleyecekti.

Yukarıdaki hadisi şerif kötülükle mücadelenin stratejisini verirken bir metot da öneriyor. Kötülüğe karşı verilecek mücadele hadisteki sıralamanın tam tersi ile işlemeye başlar. Şöyle; önce bir kötülüğe kalben buğz edersin yani bütün zerrelerinle onun kötülük olduğunu hisseder ve tiksinti duyarsın. Sonra seninle aynı içsel hisleri paylaşan birilerini bulur ve bunun kötülük olduğunu dile dökersin. Bu ikinci aşamada kişi sayısı ve şartlar öyle bir hale gelir ki artık bu kötülüğe elle müdahale etmek gerekir. Burada sayılan birinci aşama fert olmayı, ikincisi cemaat olmayı, üçüncüsü ise devlet olmayı ifade eder.

Ortaya Çıkış Sebebi:

Hılfu’l-fudul’e cemaat dememin sebebi şudur; bu hareketin fertler üzerinde fiili bir yaptırımı yoktu, yani bir kişiyi işlediği bir zulümden dolayı cezalandırması mümkün değildi. Ama o kötülüğün oldubittiye getirilip üstünün örtülmesine engel olacak bir kamuoyu oluşturabiliyordu. Bu hareketin icraatları arasında zikredilen örneklerde hep suçlanan kişinin evinin etrafının sarılması şehrin en canlı yerlerinde meselenin yüksek sesle ifşa edilmesi gibi kamu vicdanını harekete getirmeye yönelik uygulamalar görürüz. Suçluyu cezalandırmak mümkün değildi çünkü Mekke oligarşik bir yönetimle idare ediliyordu. Köklü bir devlet geleneği adalet ve yargı sisteminin bulunmadığı Mekke’de toplumsallığın tek mercii kabile idi. Eğer bir suçlu güçlü bir kabilenin ferdi ise kimsenin onu cezalandırmaya gücü yetmezdi. Yok, eğer zayıf bir kabileye mensup ise onun cezasını kabilenin tamamı çekerdi. Bundan dolayı zayıf bir kabile kendinden daha güçlü olana sığınır ve onun ancak boyundurluğunda hayatta kalmaya devam edebilirdi. Kabileler bugünkü ulusal devletleri andırsa da konum ve işlev açısından bugünkü anladığımız anlamda bir devletten çok farklıydı.

Hılfu’l-fudul’ün oynadığı etkin rolü anlayabilmek için bu ittifakın nasıl ortaya çıktığına bir göz atmak gerek:

Her sosyal hadise bir öncesinin sonucu bir sonraki hadisenin ise sebebidir.  Ficar Savaşı sonrası oluşan sosyoloji Hılfu’l-fudul’u ortaya çıkarmıştır. Ficar Savaşı adından da anlaşılacağı gibi -günah anlamına gelen fücurla aynı anlam köküne sahiptir- haram ayda yapılmasından dolayı hem savaşın tarafları hem de çevre kabileler tarafından büyük bir günah olarak telakki ediliyordu. Bu savaş toplam 4 yıl sürmüş ve Efendimizin de 20 yaşlarında bizzat katıldığı hatta bir kişiyi yaraladığı -Hamidullah Makrizî’nin İmtâu’l-Esma eserinden naklen[8]– en sonuncusu hem en kanlısı hem de sonuçları itibarıyla da en fazla etki bırakını olmuştur.

Bu savaşın ardından Mekke’de emniyet ve güven ortamı kaybolmuş hırsızlık haksızlık artmıştı. Bu durumun Mekke’nin ticaretine de olumsuz yansımaları oldu. Haram ay ihlaline dayanan bir savaşın haram mekânın kutsiyetini zayıflatması anlaşılır bir durum. Ticaret güven ortamı ister. Zaten Arapların haram ay uygulamaları biraz da bölgedeki bu ticaret ağının rahat işlemesi içindi. Hılfu’l-fudul’u ortaya çıkaran bu sosyolojinin sembol birkaç örnek zikredilir kaynaklarda.

Sembolik Örnekler:

Yemen’de bulunan Zübeyd kabilesine mensup bir tüccar bir miktar mal getirip Mekke pazarında As bin Vaile satmıştı. Fakat sattığı malın parasını tahsil edemediği gibi bir dizi hakaret ve saldırıya maruz kaldı bunun üzerine çaresiz kalan adam Mekke sokak ve mahallelerinin en hareketli olduğu bir saatte Ebu Kubeys tepesine çıkarak başına gelen hadiseyi herkesin dikkatini çekecek bir şekilde çok etkili bir şiirle dile getirdi. Bunun üzerinde bir gurup güzel insan Abdullah bin Cüd’a’nın evinde toplanarak Hılfu’l-fudul’e karar verdiler.

 Hılfu’l-fudul’e sebep olan bu hadisenin kahramanının Yemenli oluşu bu teşebbüsün Ficar Savaşıyla münasebetini de gösterdiği gibi savaşın açtığı yarayı tamir etmek ve öncesindeki ticareti mümkün kılan huzur ortamını yeniden tesis etmek gibi bir amacın hedeflendiğini de gösteriyor. Çünkü son Ficar Harbinde Kureyş, Hevazine karşı Yemen Hirre Krallığı arasındaki ticaret yolunun hâkimiyeti için savaşmıştı. Bu hareketin ilk temellerinin evinde atıldığı şahıs Abdullah bin Cüd’a silah tüccarıydı ve çoğunlukla Şam’dan aldığı silahları güney kabilelerine satmakla maruftu. Dolayısıyla bu ve benzeri hadiseler her şeyden önce Mekke’deki tüccarların ticaretlerini olumsuz etkiliyordu.  Bu anekdot hareketin ortaya çıkışındaki psikolojik arka planı da verir bize. Özellikle bir hadise karşısında aynı meslek erbabının diğerlerine nazaran daha fazla tepki göstermesi empatik reaksiyondan kaynaklanır. Bu işe ilk teşebbüs edenlerin ticaretle uğraşan kişiler olması anlaşılır bir durumdur.

Bu hareket çok kısa zaman da önemli icraatlara da imza attı. Kendilerine ulaşan her türlü hukuksuzluğa müdahale ediyor ve net sonuçlar alabiliyorlardı. Mesela

Has’am kabilesinden biri kızıyla beraber umre yapmak için Mekke’ye gelmişti.  Tavaf esnasında Nübeyh bin Haccac isimli Mekkeli zengin ve nüfuzlu bir adam, kızı babasından zorla alarak evine götürdü. Adam çaresiz bir vaziyette feryat ederken kendisine Hılfu’l-fudul’e müracaat etmesini söylediler adam da denileni yaptı.  Örgütün mensupları hadiseyi duyar duymaz kılıçları kuşanıp mezkûr şahsın evini kuşatarak kızı geri istedi. Bunun üzerine adam en azından bir gece benimle kalsın şeklinde bir ısrarda bulunsa da buna müsaade etmediler ve adam kızı getirip teslim etmek zorunda kaldı.

Yok Oluş ve Sebepleri:

İbn-i Haldun devletler de insanlar gibi doğar büyür gelişir ve ölürler der. Aslında bu yasa bütün sosyal hadiseler için geçerlidir. Hılfu’l-fudul doğmuş gelişmiş ve zamanla yok olup gitmiştir. En fazla sorulan sorulardan biri şudur; İslam’dan sonra hılfu’l-fudul’e ihtiyaç var mıydı? Ya da İslam Hılfu’l-fudul’ün yerini almış mıdır? Efendimizin bugün olsa yine katılırım demesinden anlıyoruz ki İslam Hılfu’l-fudul’ün alternatifi değil belki Hılfü’l-fudul İslam’ın hedeflediği sosyal adaletin tesisinde rol alacak alt bir birimini temsil eder. İslam hayatın ruhudur. İnsanın inanç, düşünce ve bütün sosyal yaşamına hâkimdir. Doğumundan ölümüne bütün hayatı çepeçevre kuşatır.

Hılfu’l-fudul’ün zamanla etkisini kaybedip yok olmasının dört nedeni var;

1) Bir inancı yoktu. İnsanın olduğu gibi insani oluşumların da motoru inançtır. Bu inanç dini olmak zorunda değil. Fakat gözüyle gördüğü şeyin ötesinde ruhunu sarmalayan gizemli yanını devreye sokmayan her türlü hareket zamanla heyecanını kaybedecektir. Heyecan ruhla ilgili bir durumdur. Yani kalpsiz, ruhsuz ve yüreksizdi.

2) Bir ideolojisi yoktu. Net bir fikir ve felsefeden yoksun oluş harekete olan güveni yok eder. Bu tarz tekevvünlerde en çok sorulan soru ‘biz kimiz ne yapıyoruz ve neyi amaçlıyoruz?’ şeklinde sağlam bir fikir örgüsüyle cevaplanacak sorulardır. Bu sorular her zaman dile gelmeyebilir fakat her mensup bu soruları farkında olmadan içinde hisseder ve zamanla sorular sorunlara dönüşür. Sonuç olarak akılsız fikirsiz beyinsizdi.

3) Karizmatik bir lideri yoktu. Birden fazla ve birbirinden farklı kişilerden meydana gelen cemaatlerde lider kültü daha da önemli bir hal alır. Lider iradedir ve irade tabiatı itibarıyla tek olmalıdır. Kolektif yönetimler son derece sığ ve belirli bir amaca hizmet edebilirler fakat uzun soluklu ve adalet gibi insanlığın en zor meselelerinden birini gerçekleştirmeye azmetmiş bir cemaatin her kafadan bir sesin yükseldiği bir yönetimle yürümesi düşünülemez. Yani Hılfu’l-fudul iradesizdi.

4) Sosyal bir hadiseye bağlı olan hareketler onları ortaya çıkaran sebepler izale olduğunda anlamlarını kaybeder. Hılfu’l-fudul savaş sonrası doğan kaostan dolayı kurulmuştu. Fakat nispeten kargaşanın son bulup nizamın tesis edilmesiyle zamanla anlamını yitirdi. Bu tarz hareketler saman alevidir. Bir an parlar bir süre etkili olur sonra yok olur. Bir öfkeyle alınmış bir karar veya çok mutlu bir anda verilmiş bir söz gibi sebepler yok olduğunda sonuçlarında varlık zeminleri kaybolur. İslam’ın ortaya çıkışında travmatik sosyal sebepler arayan oryantalistlerin bir türlü içinden çıkamadıkları konudur bu. İslam’ı ortaya çıkaran sembolik travmatik sosyal bir hadise olay yok. İslam insanlığın kronikleşmiş ve kıyamete kadar hep var olabilecek problemlerinden dolayı Allah tarafından insanlığa tenezzülen gönderilmiştir.

Erdemliler Cemaati ve İslam:

Hılfu’l-fudul Hz. Peygamberin İslam öncesinde de sosyal bir şahsiyet olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnektir. O yaşadığı toplumun problemlerinden bihaber izole bir hayat sürmüyordu. Sosyal bir kriz olan Ficar’da bulunduğu gibi bunun hemen ardından ortaya çıkmış olan çözümünde bir parçası olmuş ve Hılfu’l-fudul’de de etkin rol almıştı. Hayatın içinde akıp giden yaşamdan bağımsız değildi. Bundan dolayı ileriki yıllarda mağara çekilişi yalnızlığı istisnai bir durum olarak anlatılmıştır. Onun sosyal bir insan olduğunu gösteren en önemli delili budur.

Her peygamberin vahiy öncesi bir arayış dönemi olmuştur. Hz. İbrahim’e yıldızlara, güneşe, aya rabbim dedirten, Hz. Musa’ya takatinin en son deminde ‘ya rabbi artık bana inzal ettireceğin şeye muhtacım’[9] diye yakartan hakikat arayışıdır. Hz. İsa’nın Beytü’l-lahm’de inzivaya çekildiği ve 3 yıl kimseyle görüşmeden itikâf yaptığı bilinir. Efendimiz de vahiy gelmeden önce içinde yaşadığı toplumun dönüşümü için büyük mücadele verdi. Başta Efendimiz olmak üzere bütün peygamberler yaşadığı çağın ürettiği kötülüklerle mücadele ettikleri için seçime mazhar olmuşlardır. Hılfu’l-fudul’un zamanla heyecanını yitirip, tasfiye olması artık daha esaslı bir çözüme ihtiyaç belirginleştirmiştir. Bireysel olarak kötülüklerden arınmış insanların oluşturacağı birliktelik kötülükle mücadele edebilir ve ancak böyle bir cemaat yeryüzünde küfür ve fesadı söküp atabilirdi. Kötülükle mücadelenin ilk aşamasını yani kalple buğz etme kısmını tamamlamadan oluşmuş bir hareket kötülükle mücadele edemez. Bundan dolayı ilk inen ayetler önce peygamberin kendisini terbiye eder. İlk emirler ilk Müslüman’a yöneliktir. Elbiseni temiz tut[10], geceni ihya et[11], iyilik edip başa kakma[12] der. Yani vahiy önce peygamberi inşa etmiş, sonra onunla insanlığı terbiye etmiştir. Bundan dolayı o gökyüzünün öğrencisi yeryüzünün öğretmeni olmuştur.


[1] Müslim, Îmân 78. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.

[2] Abese 17.

[3] İbrahim 34.

[4] Ahzab 72.

[5] Hac 73.

[6] Mülk 67.

[7] İbn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 141, İbn-i Sa’d, Tabakât, c. 1. S. 129.

[8] Bir başka rivayette Efendimiz bu savaşa amcalarıyla beraber katılıp ok attığını ve bundan pişmanlık duymadığını dile getirmektedir. (İbn-i Sad, c. 1, s. 129.)

[9] Kasas 24

[10] Müddessir 4.

[11] İsra 79.

[12] Müddessir 6.