Kategori: Yazılar

Yeryüzünde mütemadî süren bu bozuluşla beraber hep onunla mücadele halinde bir iyilik de var olmuştur. Cahiliyede adeta fecr-i kâzip gibi bir süreliğine ufukta görünüp yok olmuş Hılfu’l-Fudul de bu kötülükle mücadelenin en tipik örneklerinden biridir. Bu hareket en güzel insanın dünyasında yâd-ı cemîl olmuş. Bugün olsa yine bir ferdi olurum tebciline mazhar olmuştur.

Biz Noel diye biliyoruz Hıristiyan mevlidini. Protestan ve Katolikler 25 Aralık, Ortodokslar ise 6 Ocak’ta kutluyor. İnsanlığın en eski bayramlarından bir tanesi olarak bilinir. Ve yaklaşık iki gün boyunca devam eder. Hıristiyanlık öncesi pagan toplumlarının 24 Aralık’ta ‘yeniden doğuş’ olarak kutladıkları bir bayram vardı. Fakat Hıristiyanlığın nüfuz kazanması kilisenin güç toplaması ile beraber bu tarih İsa’nın doğum yıl dönümü olarak kutlanmaya başlandı.

Din bir yönüyle kötülükle mücadele kurumudur. Dinin ontolojik varlığı insandaki yıkıcılığa dayanır. Eğer yeryüzünde insan olmasaydı dine de ihtiyaç olmazdı. Kâinatta entropi yasası vardır. Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Ve Einstein’a göre fiziğin en temel yasalarından biridir. Entropi kâinatta düzenden kaosa intizamdan bozulmaya yönelişin adıdır. Bir yeri eğer temizlemezseniz kirlenir, bir suyu ısıtmazsanız soğur, soğutmazsanız ısınır vs. Kuran’ın insanın sürekli menfi yanlarını nazara vermesi de bundandır.

Sokrates bilgi ile erdemi birbirine eşitler. Ona göre bilgi erdem, erdem de bilgidir. Ancak hakikati bilen ona göre eyler. Eylemi hakikatli olmayanın bilgisi de hakikatli değildir. Buna göre ilim ile fazilet, cehl ile rezilet bir olmuş olur. Kuran’ın temel yaklaşımı da böyledir. Zira putperestler bilmemekle eleştirilir.

Bir tarihe sahip olmadıkları için de toplum oluşturamazlar. Ama şu kadarı var ki bir tarihe sahip olmak için geçmişin olması yeterli değildir. Geçmiş ancak bir hikâye ile tarih olur. Ümmet-i Muhammet olma şuurumuzu kaybedişimizin en temel saiklerinden biri hikâyemizin olmayışı daha doğrusu hikâyemizden habersiz oluşumuzdur. Öyküleri ortak olmayan hiçbir birliktelik gerçek değildir.

Efendimizin terki dünya etmesiyle birlikte ortaya çıkan bir dizi problemin yine bir anlam ve yorum farkına dayandığı da ayrı bir gerçektir. Daha hayattayken ortaya çıkan Kuran merkezli soru(n)ların Efendimiz tarafından çözüme kavuşturulma imkânı yok olunca, vefatının ardından yeni hadiseler karşısında sahabe Kuran’ın anlamı ve tefsiri konusunda ihtilafa bağlı olarak birbirlerinden farklı kanaat ve görüşlere sahip olmuşlardır.

Mekke’deki davet sürecinden üçüncü aşamaya yani açık davet ve açık teşkilatlanma aşamasına geçilince, İslam’a olan muhalefet de tahammülfersa bir vaziyet alır. Davete uygun bir biçimde açık düşmanlık ve organize bir yıldırma dönemi başlar. Efendimiz artık Kureyş’ten İslam’ın ulaşmadığı kimsenin kalmadığını görünce, belki biraz da Varaka’nın sözlerini göz önünde bulundurarak, daveti Mekke’nin dışına ulaştırmaya karar verir. Artık Kureyş’te ulaşılacak insan sayısı doyuma ulaşmıştır.

Dört Halife döneminden itibaren hızlanan İslam fetihleriyle birlikte farklı dinî ve kültürel yaşam tarzına sahip toplumların Müslümanlaşması, bir dizi inanç ve düşünce problemi doğurdu. Söz konusu kültür ve medeniyetlerin oryantasyon sürecinde kendinden taşıdığı bir dizi itikadî probleme verilen cevaplar ve ortaya çıkan çözüm önerileri, meşrep ve yetişme tarzlarına göre birden fazla mezhebin teşekkülüne sebebiyet verdi.

Allah hakkı olarak adlandırılan dinin emir ve yasaklarında ilk bakışta direk olarak insana zarar vermeyen, lakin dinin yasak kıldığı ve hukûkullah altında mütalaa edilen hususların da en temelde toplumsal hayatı ve insanı korumak, onun onur ve haysiyetini muhafaza etmek için vaz edilmiş emir ve yasaklar olduğunu görebiliriz.

Araplar binicisine zorluk çıkarmadan çöküp kalktığı için uysal deveye “baîr muabbad” derler. Bu yönüyle dinde ibadet, Allah’a boyun eğmek, şekli belli kalıbı, maruf bir takım uygulamaları yerine getirmek demektir.

Beden insanın zindanıdır. İnsan ancak kalp ve ruhun hayat derecesine yükseldiğinde hilkatinin gayesini yerine getirmiş olur. Mevlana’nın tabiriyle, “hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumundan şüphe edip duruyorsun?” Bunun için insanın hayatı dünyadan ibaret sayılamaz.

Şehir iki ana bloktan oluşuyordu. Şehrin yüzde altmışını Araplar, yüzde kırkını Yahudiler oluşturuyordu. Rakamla ifade etmek gerekirse, altı bin Arap, dört bin Yahudi vardı Yesrib’te.