Beş soruda ihlas

Dinde ihlaslı olmak ne demektir? İhlas bizi neye çağırır, neden alıkoyar?

Kelimenin kendisinden de anlaşılacağı üzere, ibadetten inanca bütün düşünce ve hareketlerimizin riya ve desinler arzusundan arınması demektir.  Bir iş yaparken veya yapmayı planlarken, Allah Azze ve Celle’nin dışında ne varsa hesaptan çıkartmak ve yapacağımız şeyin sadece O’nu memnun etmesine odaklanmak demektir. Bütün kavramlarda olduğu gibi ihlas kavramında da ilk önce başvuracağımız Kuran-ı Kerim, “sabah akşam Rabblerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret.” (Kehf, 28) ve “… bunları Allah’ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz.” (Nisa, 114) gibi bir çok ayetinde bütün işlerde hedeflenmesi gereken ilk ve tek şeyin Allah rızası olduğunu sıkı sıkıya tenbihler. İkinci başvuru kaynağımız peygamberî beyan “Allah sadece kendi rızasının hedeflendiği işler dışında hiçbir şeyi kabül etmez” (İmam Nesai, Ebu Ümame’den) uyarısıyla aynı hatırlatmayı yapar.   

İhlası bir başka açıdan iç-dış bütünlüğü, bâtınımızın zâhirimize uygun ve sadık kalışı olarak anlamalıyız. Bundan dolayı ihlas sadakat, ihlassızlık ise ihanettir. İhlas, ibadetin tevhididir. İnançta tevhit ne ise, ibadette ihlas odur. Allah Azze ve Celle varlığına ortaklık kabul etmediği gibi, rızasına da ortaklığı kabul etmez. İmam Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz Aleyhissalatüvesselam kıyamet günü ilk önce yargılanacak üç sınıf insandan bahseder. Bunlardan ilki, kendisine cesur denmesi için şehid olan kişi, ikincisi, kendisine alim denmesi için ilim tahsil eden, güzel Kuran okuyan denmesi için Kuran okuyan kişi; üçüncüsü ise kendisine cömert denilmesi için malından veren insandır. Üçü de hesapları sonunda cehenneme savrulacaklardır. Bu korkunç gerçeklik, sadece Allah rızasının gaye edinilmesini tek çıkış yolu olarak önümüze koyar.

Sorunun ihlasın bizi neye çağırdığı kısmına gelince, ihlas bizi iç-dış bütünlüğüne, Allah Azze ve Celle’nin dışında içimizde oluşturduğumuz ayıplanma veya şirin görünme gibi suni iç güdülerin prangasından kurtulup bütün amellerimizde şahsiyet sahibi duruş sergilemeye çağırır. İhlas, imanın kalkanıdır. İmanın başkenti olan kalbi hastalıklardan korur ve imanın bütün şubelerinin merkezle uyumlu biçimde hareket etmesini sağlar. Sonuçta iman insana neyi ‘vaad’ ediyorsa, ihlas onu ‘garanti’ eder. İmanın sözverdiğini, ihlas fiilen verir.  

2-) İhlasın mahiyet ve etkisini anlatan bir hadise veya tablodan bahseder misiniz?
 
İhlasın ete kemiğe bürünmüş müşahhas haline en sık Büyük Öğretmenin talebelerinin yaşadığı asr-ı saadette rastlıyoruz. Aslında asr-ı saadet dönemine ait bütün tabloların arka planında çerçeveye ana deseni veren şeyin ihlas olduğunu söylemek mümkün. Mesela, bir savaş esnasında Hazreti Ali derdest ettiği bir kafire tam öldürücü darbeyi vurmak üzereyken adam suratına tükürür. Hazreti Ali hemen adamı öldürmekten vazgeçer. Adam sebebini sorunca “sen tükürene kadar seninle Allah için yaka paça olmuştum. Tükürdükten sonra işin içine nefsim karıştı ve yaptığım işin saflığını lekeledi” der. Kafir hemen orada müslüman olur. Daha yakın bir dönemden örnek vermek gerekirse, İmam Gazzali’nin hayatının tek kelimelik özeti ihlastır. Bu temel ve hassas hali, hem yaşamış hem yaşadığını anlatmıştır. O yüzden ihlası özellikle onun eşsiz eseri İhyâu Ulûmiddin’den okumayı herkese tavsiye ediyoruz.

3-) Bir taraftan İslam bizden ihlas ve samimiyet bekliyor, diğer taraftan yaşadığımız çağ bize reklam ve gösteriş aşılıyor. Bugün dengeyi nasıl sağlayacağız?

Aslında bu modern dünyada müslümanca varolmanın doğurduğu bir yığın problemin sadece bir tanesi. İhlas burada bir denge unsuru olmamalı. Çünkü patolojik olan, anormal duran çağın dayatmalarıdır, İslam veya onu temel değerleri değil. “Bir taraftan İslam bizden ihlas bekliyor, diğer taraftan yaşadığımız çağ bize gösteriş aşılıyor. Arada dengeyi nasıl sağlamalıyız?” derken sanki yaşadığımız çağın değersiz değerlerini, İslam’ın yüce değerleriyle aynı düzeyde tuttuğumuz düşüncesi uyanıyor. Oysa İslam ve konumuz açısından onun getirdiği ihlas ilkesi haktır, esastır ve olması gerekendir. Aksi istikametteki her şey batıldır, sunidir ve yok olmaya mahkümdur. Bu değişmez gerçeği teslim ettikten sonra, müslümanın dün de bugün de aslında aynı mücadeleyi verdiğini, vermesi gerektiğini söylemeliyiz. İhlas ve samimiyetin karşısında dünün aldatıcı arzuları, bugün de bir imtihan olarak varlığını muhafaza ediyor. Çağlara ve toplum düzenlerine göre isimler değişse de, kimlikler dünya hayatı boyu değişmeyecektir. Şu ayet-i kerime çağlar ötesinden aynı zamanda bu çağa dönük bir hitaptır. En ikna edici cevabı o vermektedir: “Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse, bunlar arasından dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra 18-19)

4-) İhlas ve samimiyet konusudan hareketle başarıyı ve sonuçları nasıl anlamalıyız? Bizden istenen başlamak mı sonuç mu, ya da her ikisi mi? Allah yolunda bir şeyi başarmayı ihlasın göstergesi sayabilir miyiz veya başarısızlık ihlasın yokluğu demek midir? 

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, başarı veya başarısızlık bize ait kavramlar değildir. İslam hiçbir işte başarıyı emretmez. Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamızı emreder. Başaralım veya başarmayalım, önümüze konulmuş hedefe doğru yılıp usanmadan, azim ve kararlılıkla yürümemizi, yani istikamet üzere olmamızı ister. Dolayısıla ihlasın göstergesi olarak, bir işin başlaması veya başarıyla sonuçlanmasından öte, işi yapan kimsenin sonu çok önemlidir. İhlaslı olan kimse başarsın veya başaramasın, yolun başında ve sonunda istikametini değiştirmez. Ölüm anına kadar samimiyetini ve saflığını korur. Buradan hareketle, hayatının belli bir bölümünde istikameti kaybetmek, hakim sisteme göre tavır almak ve bu uğurda dinin  ana ilkelerden taviz vermek ihlassızlığın göstergesidir. Aslında bu başından beri ihlasın yokluğunu gösterir. Bir insan düşünün ki, kişisel hazlarını tatmin etmek için İslamî davayı kullanıyor. Mesela, şöhret olmak, insanlar tarafından parmakla gösterilmek için insanlara vaaz-ı nasihat ediyor. Dünyevî bir emel için dini kullanıyor. İşte bu insanın samimiyetsizliği hayatının bir döneminde mutlaka ortaya çıkacaktır. Bu durum ayet-i kerimenin de ifade ettiği gibi aldatmadır, hiledir. Elbette Allah Azze ve Celle onun anlayacağı dilden daha büyük hileyle kurduğu tuzağı berteraf edecektir. “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların hilesini boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Âli İmrân, 54)

Ayet ışığında söylersek, bu tür kimseler ayartıcı güdülerini tatmin için dini veya dine ait şeyleri kullanarak Allah’ı kandırdıklarını zannederler; halbuki onun eliyle, diliyle Allah Azze ve Celle bir sürü insana doğru yolu gösterir ve sonunda onu ihlassızlığından dolayı rezil edip cehenneme gönderir. Gerçekte asıl kullanılan din değil, onu kullandığını sanan kişi veya kişilerdir. İki Cihan Efendisinin “şüphesiz Allah bu dini yoldan çıkmış kimseyle de güçlendirebilir” (Buhari, Müslim) hadisi konuyu anlamamıza yardımcı olacaktır. 

Bunlar ışığında soruya tekrar dönelim. Müslümanın başarısında yaptığı işin tamamlanmasından ziyade, başladığı zamanki tavır ve davranışlarını muhafaza etmesi daha önemli bir göstergedir. Sonuç olarak ihlas, konumu ne olursa olsun, hatta gayri İslami bir mevzuda bile olsa (ki ona ihlas yerine samimiyet demek daha doğru olur,) insanı en doğru yola ulaştırır. Son yıllarda hayli ilgi gören “Kendini arayan adam” kitabının baş kahramanı olan komünistin kitabın sonunda söylediği söz çok manidârdır: Bütün arkadaşlarım partide bir yerlere gelmek için çalışmışlardı ve geldiler. Ben ise bunların hiç birisini düşünmeksizin, sadece ve sadece komünizm davası için çalıştım. Allah’ın bana hidayet nasip etmesini de işte buna bağlıyorum.

5-) İhlasın bakımı nasıl yapılır? Hangi tehlikeli maddelerle ona yaklaşmamalıyız?

Sürekli murakabe ve kendini kontrol haliyle ihlasın bakımı yapılabilir. İhlassızlığın getireceği felaketleri düşünerek ve en önemlisi bunları sürekli gündemimizde tutarak ihlasın düşmanı olan riya ve gösteriş gibi tavırlara karşı uyanık kalmalıyız. Allah Azze ve Celle’nin hoşnutluğu dışındaki bütün düşünceleri göz ardı edip her işte O’nun  rızasını gözetme gayretinde olmalıyız. Bu aynı zamanda manevî olarak yüzümüzün sürekli yerde olması demektir. Aleyhisselam Efendimizin ifade ettiği gibi, bütün hataların başı olan dünya sevgisi ihlassızlığın da en önemli sebebidir. İhlassızlıkla mücadelede yaşayacağımız ruhî sancı ve zihinsel kriz, kamil insan olma vasfının doğum habercisidir. Yiyip içtiği şeylerin halis ve organik olmasına dikkat eden biz kullara karşın, Rabbimiz Teâlâ kendisine takdim ettiğimiz ibadetlerin halis ve katışıksız olmasına itibar etmez mi? Elbette O Yüceler Yücesi buna hepimizden çok daha fazla layıktır. Rabbimiz, hepimize ihlası nasip ve daim eylesin!..